18 Haziran 2012 Pazartesi

MÜSLÜMANCA KONUŞMANIN ÖZELLİKLERİ 4


Boş ve faydasız konuşmalar yapmamak

Allah'a inanmayan insanlar yaşamlarını dünya hayatıyla sınırlı olarak düşündükleri için sonsuz hayatlarını yaşayacakları ahiret için bir hazırlık yapmaya da gerek duymazlar. Nasıl bir tavır içerisinde olduklarını, yaşadıkları süre içerisinde hayırdan yana neler kazandıklarını, nasıl bir sona doğru ilerlediklerini düşünmezler. Oysa her davranış, her söz, her düşünce hesap gününde insanın önüne çıkartılmak üzere saklanmaktadır. Sarf edilen her faydalı ve hikmetli söz insanı ahirette kazançlı çıkaracak, Allah'ın rızasını, cennetini ve rahmetini kazanmasına vesile olacaktır.
Ahireti düşünmeyen insanlar vakitlerini boş sözlere dalarak, ne kendilerine ne de başkalarına fayda sağlamayacak konuşmalarla oyalanarak harcarlarken, müminler her anlarını hayırlı ve hikmetli konuşmalarla geçirirler.
Ahiretten yana gaflete düşüp, boş sözlerle oyalanıp duran insanlar için Kuran'da "... Onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar." (Enam Suresi, 91) şeklinde bildirilmektedir. Müminlerin boş ve yararsız sözlerden titizlikle kaçındıkları ise bir başka ayette, "'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler." (Kasas Suresi, 55) şeklinde ifade edilir.
Müminler boş ve yararsız sözün ne olduğu konusunda ölçülerini Kuran'a göre belirlerler. Dünyada geçirdikleri her anlarının ahiret yaşamları açısından çok kıymetli olduğunu bildikleri için, yaşadıkları her an vicdanlarına başvurarak boş söze dalmamaya büyük özen gösterirler. Bir ayette "Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir." (Furkan Suresi, 72) sözleriyle müminlerin boş sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçtiklerinden bahsedilmektedir.

Söz kesmemek ve itidalli bir sesle konuşmak

Müslümanlar gün içerisinde karşılaştıkları her olaya "şu an hangi tavrı gösterirsem Allah'ın rızasını kazanabilirim?" düşüncesiyle yaklaşırlar. Konuşan bir kişiyi sözünü kesmeden nezaketle dinlemek, Allah'ın rızasını kazandıracağı umulan güzel tavırlardan biridir. Bu tavır, konuşmacıya ve söylediklerine duyulan saygının bir göstergesidir.
Buna karşın, Kuran ahlakının yaşanmadığı yerlerde insanların konuşana kulak vermemeleri, birbirlerinin sözünü dinlememeleri, aynı anda tartışarak ve üste çıkarak konuşmaları alışılmış tavırlardır. Özellikle televizyonlardaki tartışma programlarında bunun örneklerine sıkça rastlanır. Her biri kendi dalında uzmanlaşmış kimseler bile kimi zaman nezaketten ve saygıdan tamamen uzak bir üslup sergileyebilmektedirler. Bu gibi kişiler birbirlerinin anlattıklarından istifade etmek yerine kibirli bir üslupla kendi sözlerini dinletip kabul ettirmeye çalışırlar.
Müslümanların ise kendilerini ön plana çıkarmak, öne geçip üste çıkmak, son sözü söylemek gibi nefsani amaçları yoktur. Bu nedenle üslupları itidalli ve sakindir. Kuran ahlakından kaynaklanan nezaket anlayışları gereği önceliği her zaman birbirlerine tanır, birbirlerinin anlattıklarından en iyi şekilde istifade etmeye çalışır ve cahilce tavırlar göstermekten kaçınırlar.
Kuran ahlakından uzak yaşayan kimselerin belirgin bir diğer vasfı ise ses tonlarıdır. Kendilerini haklı göstermek, karşı tarafı yıldırmak, ikna etmek veya susturup üste çıkmak için bağıra bağıra konuşurlar. Oysa Müslümanların ses tonu itidallidir. Allah Kuran'da bu konuyu müminlere, Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü aktararak hatırlatmıştır:
Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)

Muhatabın kültür seviyesine uygun bir üslup
kullanmak

Müminlerin konuşmalarında dikkat ettikleri özelliklerden biri de karşılarındaki insanlara en uygun olan, onların en rahat edecekleri ve en kolay anlayabilecekleri üslubu kullanmalarıdır. Zira imanın getirdiği akıl insana, her yaştan ve her kültürden insana hitap edebilme yeteneğini kazandırır. Açık bir şuura ve zengin bir bilgi birikimine sahip olan bir kimseye kullanılacak hitap şekliyle, anlayışı sığ, kültür düzeyi düşük birine karşı kullanılacak üslup birbirinden farklıdır. Örneğin entelektüel bir kişiye, detaylı bilgi birikimine sahip olduğu konuları bilgiçlik taslayan bir üslupla anlatmak doğru değildir. Bu kişinin üstün yönlerini takdir ederek, konuyu çok daha iyi bildiğini unutmadan konuşmak aklın ve nezaketin gereğidir.
Buna karşın kültür düzeyi daha düşük, daha az bilgi ve tecrübe sahibi biriyle konuşurken dikkat edilecek nokta ise, anlaşılır olmaktır. Bu kişinin anlamayacağı, çözemeyeceği bir üslupla konuşmak, onun ihtiyaç duyabileceği açıklamaları önemsememek, kapalı karmaşık bir üslupla konuşmak yanlıştır. Sözgelimi eğitimsiz bir insanla felsefi bir üslup kullanarak konuşmak son derece yersizdir. Bilgi sahibi olmadıkları bir konuda insanlara sükse yapmaya çalışan kişi aslında sadece kendini küçük düşürmüş olur. Mümin ise Kuran'a uymanın kendisine kazandırdığı aklın bir gereği olarak her zaman karşısındakinin ihtiyaçlarını, bilgi ve kültür düzeyini hesaplayarak, ona en uygun olan üslubu kullanır.

Münafıkane bir üsluptan kaçınmak

Kuran'da kendilerini mümin olarak tanıtan ama gerçekte kalben inanmamış kimseler 'münafık' olarak isimlendirilmiştir. İmana davet edildikleri halde hala dünya hayatına bağlı kalmaları ve Kuran ahlakının yaşanmadığı bir hayata özenmeleri münafıkları samimiyetsiz bir üsluba yöneltir. Çünkü gerçek yüzleriyle müminlere göstermeye çalıştıkları arasında derin bir fark vardır.
Münafıklar Kuran'ı çarpık bir bakış açısıyla yorumlarlar. Bu çarpık mantık örgüsü konuşmalarına da yansır. Kuran ayetlerini kendi istek ve tutkuları doğrultusunda yorumlar, "dillerini eğip bükerek" konuşurlar. Ancak bu üslupları, aynı zamanda kendilerini ele veren bir işarettir. Kuran'ın "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir." (Muhammed Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekilen bu durum Allah'ın müminlere olan bir yardımıdır. Müminler bu şekilde aralarında yer edinmeye çalışan samimiyetsiz kişileri tanıma imkanı bulmuş olurlar.
Münafıklar kimi zaman bu samimiyetsiz konuşmalarını süsleyerek makul hale getirmeye çalışırlar. Ama dikkatle bakıldığında bu üslubun insanları samimiyetsizliğe teşvik eden şeytani bir konuşma tarzı olduğu görülür:
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)
Müslümanlar, samimiyetsiz insanların üslubunu hemen teşhis eder ve buna benzer bir tarzda konuşmaktan titizlikle sakınırlar.
Ancak bu noktada dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konu da şudur; bir insanın münafıkane bir tavırda bulunması, onun kesin olarak münafık olduğunu göstermez. İnsan hayatının sonuna kadar bir eğitim sürecindedir. Bu süreçte pek çok hata yapabilir, yanlış tavırlar gösterebilir; bunlar arasında münafıkane olanlar da olabilir. Ancak önemli olan insanın bu hatasını görüp tevbe edebilmesi ve aynı hatayı tekrarlamayacak bir ahlaka ulaşabilmesidir. Kişinin samimi pişmanlık duyup davranışını Kuran'a uygun şekilde değiştirmesi, onun niyetini değiştirip ihlasla hareket ettiğini gösterir. Münafıkane tavırlarda ve konuşmalarda ısrarlı bir kararlılık gösterilmesi ise, elbette ki bu durumdan çok farklıdır.
Herkesin kendi adına dikkat etmesi gereken çok önemli bir konu da şudur: İnsan Kuran'ın tüm ayetlerinden tek başına sorumlu olduğunu ve bu ayetlerden her birini düşünmek ve uygulamakla yükümlü olduğunu unutmamalıdır. Daha iyiye ulaşabilmek ve Allah'ın rızasını kazanabilmek için kendisini hiçbir zaman için yeterli görmemelidir. "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetlerini düşünerek, bu ayetlerin konumuna girmekten sakınmalıdır. Kendisini ayetlerde bildirilen hatalardan kesin olarak arındırmak için daima çaba harcamalı, müstağni bir üslupla konuşmaktan sakınmalıdır.

Şüphe veren bir konuşma tarzı kullanmamak

Müminlerin sakındıkları konuşma üsluplarından biri de münafıklara özgü 'şüphe dolu ve şüphe veren bir üslup kullanmak'tır. Münafıklar Allah'ın varlığından, ahiretten ve Allah'ın vaatlerinden yana ciddi bir kuşku içerisinde oldukları için konuşmaları da şüphe ve tereddüt doludur. Kuran ahlakını hiçbir zaman müminlerin tebliğ ettiği gibi açık, kesin ve kararlı bir üslupla anlatamazlar. Kalplerinden konuşmalarına yansıyan bu şüphe, kendilerini dinleyenlerin kalplerine de şüphe düşürmeyi amaçlar. Ancak açık bir şuur ve kesin bir bilgiyle iman eden müminler bu üsluptan etkilenmezler. Çünkü Allah'ın sözünün gerçek olduğundan emindirler. Şüphe dolu üslupla konuşan biri varsa, bunun tamamen kişinin kendi samimiyetsizliğinden ve çarpık düşünce tarzından kaynaklandığını bilirler.
Müslümanların üslubunda ise asla böyle bir şeye rastlanmaz; kalplerinde şüphe olmadığı için sözleri açık ve nettir. Buna rağmen iman edenler dinleyenlerde yanlış anlamaya imkan verecek bir tarzda konuşmamaya da özen gösterirler. Çünkü kimi zaman arka arkaya söylenen birkaç cümle ya da art arda açılan iki farklı konu iyi niyetle gündeme getirilmiş olsa bile yoruma açık bir hal alabilir.
Bu üslup istemeden de olsa dinleyenlerde bir tereddüt oluşmasına neden olabilir. İşte Müslümanca konuşmak, tüm bunları sözün nereye gidebileceğini, konuşmalarından ne tür anlamlar çıkabileceğini, o sırada ortamda bulunan kişilerin durumlarını tek tek düşünerek, tereddüde yol açmayacak bir üslup kullanmayı gerektirir. Aksi, münafıkların 'gizli vesveseci' karakterlerinin bir özelliğidir. Bu nedenle istemeden de olsa bu üslubu andıracak konuşmalar yapmamaya özen göstermek imanın ve aklın bir gereğidir.
Bunun gibi, herhangi bir olay hakkında "keşke böyle olmasaydı", "tüh kaybettik", "vah yazık oldu" türünden Allah'ın takdirine rıza göstermeyen ifadelerle konuşmak da yine münafıkça bir üsluptur. Münafıkların müminler arasında 'felaket haberciliği' yaparak onların cesaretlerini kırmaya çalıştıkları Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) İlah'ına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6)
Allah insanları böyle bir ahlaka karşı uyarmakta, onlara "hannas", yani 'insanların kalplerine şüphe ve vesvese veren kimse'lerden olmaktan sakınmalarını bildirmektedir. Münafıklar, müminlerin arasındaki "hannas" görevini üstlenmiş kimselerdir; sinsi, gizli ve kötü amaçlı bir üslup ile şeytanın elçiliğini yaparak insanların kalplerine vesvese vermeye çalışırlar. Müminler ise bu ahlakı andırabilecek bir üsluptan titizlikle kaçınır, vesvese veren bir tarzda konuşmaktan Allah'a sığınırlar.

Ağız arayan sinsi bir üslup kullanmamak

Müslümanların sakındıkları bir başka konu da konuşurken 'ağız arayan, kurnaz ve oyuncu bir üslup kullanmak'tır. Samimiyetin ve dürüstlüğün Müslümanların en belirgin özelliklerinden biri olduğuna ve bu üslubun konuşmalarına da yansıdığına önceki bölümlerde değinmiştik. Söylenmek istenenleri, imaların arkasına gizlemeden doğrudan dile getirmek, samimiyetin ve dürüstlüğün bir gereğidir. Bir Müslümanın konuşmasından niyetinin ne olduğu, sözü hangi amaçla söylediği ve nereye vardırmak istediği rahatlıkla anlaşılabilir.
Kuran ahlakını yaşamayan bazı insanlar ise genellikle söylemek istediklerini doğrudan söylemezler. Bunun nedeni ise art niyetli birtakım hesaplar peşinde olmalarıdır. Bir şeyi öğrenmek istediklerinde, bunu açık açık sormak yerine dolambaçlı yollardan gitmeyi tercih ederler. Bilgi almak istedikleri bir konuda, fark ettirmemeye çalışarak karşı tarafın ağzını aramaya, sinsice taktiklerle konuşmayı yönlendirmeye çalışırlar. Kendilerince bu hilelerinin karşılarındaki insanlar tarafından fark edilmediğini sanırlar. Halbuki ağız arayan, kurnaz ve oyuncu bir üslup samimiyetsiz havasıyla hemen kendini belli eder.
Bu tavır Kuran ahlâkına uzak olanların ve münafıkların tavrıdır. Herşeye Kuran gözüyle bakan Müslümanlar, onların üsluplarındaki şeytani havayı hemen sezinler ve buna hiçbir şekilde ayak uydurmazlar.

Kötülüğe yönelten konuşmalardan sakınmak

Müminler söyledikleri her sözün Kuran'a uygun ve rahmani bir üslup içerisinde olmasına gayret ederler. Diğer müminlere fayda verecek, onları Allah'a yakınlaştıracak, şevklendirecek, huzur ve güven verecek, ferahlatacak, neşelendirecek konuları gündeme getirmeye çalışırlar. Onların huzurunu, neşesini kaçıracak, akıllarını gereksiz yere meşgul edecek, kalplerine vesvese ya da tedirginlik verecek konuları ise özenle konuşmamaya titizlik gösterirler.
Münafık karakterli kimselerin konuşmalarında ise bu üsluba sıkça rastlanır. Konuşmalarıyla birbirlerini Kuran ahlakına muhalif olabilecek, harama teşvik eden, dünyayı sevdiren, karanlık işlere teşvik eden bir çizgiye çekmeye çalışırlar. Allah'a yakınlaşmaya, Kuran'a ve elçilerin yoluna uymaya, güzel ahlakı yaşamaya, kaderi, ahireti daha iyi anlamaya teşvik eder tarzda konuşmazlar. Tam tersine karanlık gördükleri her konuya dahil olmaya çalışırlar. Kuran ahlakında hiçbir şekilde yeri olmayan konularda bu kişilerin hep şevkli bir üslup içerisinde oldukları görülür. Allah'ın yasakladığı bu tarz davranışların müminler arasında yaygınlaşmasına çalışan bir üslup kullanırlar.
Müminler ise, Allah'ın apaçık ayetlerle haram olduğunu bildirdiği konularda, kendilerine münafıkane bir üslupla yaklaşılmasından olumsuz yönde etkilenmezler. Böyle bir üsluba karşı daima uyanıktırlar. Münafıklarsa onların ne kadar kesin bir iman ile Allah'a bağlandıklarını ve Kuran ahlakını ne kadar dürüst ve samimi bir şekilde yaşadıklarını kavrayamadıkları için bu çabalarını sürdürürler. Müminlere getirdikleri fikirler, öne sürdükleri mantıklar hep Kuran ahlakından uzak, inkarcıların karanlık ruhunu yansıtır niteliktedir. Bu üslubu tanıyan müminlerse daha bu kişi sözüne başlar başlamaz, şeytani bir mantık öne sürebileceğini bilerek, onu temkinli şekilde dinler ve Kuran ahlakını yaşamaya çağırırlar.

Dil eğip bükmemek

Müminlerin titizlikle kaçındıkları konulardan biri de Kuran'da ifade edildiği şekliyle 'dil eğip bükerek konuşmak'tır. 'Dil eğip bükerek konuşma'nın anlamı, son derece açık ve anlaşılır olan Kuran ayetlerini olduğundan farklı yorumlamaya çalışmaktır. Kuran'ın bir ayetiyle Allah dil eğip bükerek konuşmanın, kalplerinde imandan yana bir kayma olan münafıklara ait bir özellik olduğu şöyle bildirilmektedir:
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Bu kimseler aslında Kuran ayetlerini vicdanen çok iyi anladıkları halde, kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda hareket ederek ayetlerin anlamını çarpıtmaya çalışırlar. Özellikle de kendi menfaatleriyle çatıştıkları konularda, Kuran'a uymak yerine, dini kendi hevalarına uydurmak isterler. Bir ayette münafıkların dillerini eğip bükerken aslında yalan söylediklerinin şuurunda oldukları şöyle açıklanmaktadır:
Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitab'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap'tan sanasınız diye. Oysa o Kitap'tan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)
Münafıkların bu üslubu kullanırken düştükleri en önemli hatalardan biri ise anlattıklarıyla müminleri kandırabileceklerini sanmalarıdır. Ayetleri kendi çarpık anlayışlarıyla yorumlayıp bunları Müslümanlara da kabul ettirebileceklerine inanırlar. Oysa Allah Kuran'da insanlar için apaçık ayetler indirmiştir ve müminler de imanlarıyla ayetlerde ifade edilenleri çok açık bir şekilde anlayabilirler. İman edenler münafıkların bir sözü çarpıtırken neyi hedeflediklerini hemen fark ederler. Bu nedenle münafıkların bu üsluplarıyla tek yapabildikleri kendi samimiyetsizliklerini ele vermektir.
Kuran'da münafıkların üslubuna dair pek çok örnek verilmiştir. Hz. Muhammed (sav) beraberindeki müminleri, inkar edenlerin saldırısına karşı koymaya davet ettiği zaman, kalplerinde hastalık bulunan kimseler hemen dillerini eğip bükerek münafıkane mantıklar öne sürmüş, "evimiz açıkta" ve "bu sıcakta çıkılmaz" gibi mazeretler öne sürmüşlerdir.
Kendi akılsızlıklarının şuurunda olmadıkları için bu samimiyetsiz mazeretlerinin makul karşılanacağını sanmışlardır. Oysa şevk ve iman sahibi bir insan için ne sıcak hava ne de evinin şartları Allah'ın elçisinin davetinden daha önemli değildir. Samimi bir mümin ne kadar zor şartlar altında olursa olsun, hiçbir zaman Allah'ın rızasının olduğu bir işten kaçmaya ve bunun için samimiyetsiz bir üslupla dilini eğip bükmeye çalışmaz. Böyle bir üslubun münafıklara ait bir özellik olduğunu bilir. Her zaman mutlaka Kuran'a uygun bir tarzda konuşur. Müminler bir konuda bir söz söylemeden önce, "bu sözümde herhangi bir samimiyetsizlik var mı?" ya da "bu konuşmam Kuran'da anlatılan Müslüman üslubuna uygun mu?", "bu söyleyeceklerimde nefsim adına bir nokta var mı?" gibi düşüncelerle samimiyetini sorgularlar. Eğer vicdanlarına sinmeyen, samimiyetsiz gördükleri tek bir kelime bile varsa bundan hemen Allah'a sığınır ve Kuran ahlakına uygun bir üslupla konuşurlar.

Gizli konuşmalar yapmamak

Allah Kuran'ın, "Onların 'gizlice söyleşmelerinin' çoğunda hayır yok. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir vereceğiz." (Nisa Suresi, 114) ayetiyle gizli konuşmaların çoğunda hayır olmadığını hatırlatmaktadır. Bu ayete göre insanlara iyiliği emretmek, onları barıştırıp uzlaştırmak gibi samimi amaçlar için yapılmadığı sürece, gizli konuşma kimseye bir şey sağlamamaktadır. Şeytan böyle bir ortamı insanları aldatmak için daha uygun görüp, onları Allah'tan uzak bir üslup içerisine çekmeye çalışır. Kuran'ın, "Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiçbir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde müminler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." (Mücadele Suresi, 10) ayetiyle gizli toplantılarda söylenen sözlerin, şeytanın etkisi altında yapılan konuşmalar olduğu hatırlatılmaktadır. Bu nedenle Allah gizli konuşmalarda bulunacakları zaman sakınmaları gereken hususları bildirerek inananları uyarmaktadır:
Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve Peygambere isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının. (Mücadele Suresi, 9)
Her insanın bu konuda şuurunda olması gereken gerçek ise şudur; her an olduğu gibi gizli konuşurken de insan Allah'ın huzurundadır. Gizli sandığı sözü aslında Allah'ın huzurunda söylemektedir. O anda o konuşmanın yapıldığı yerde belki iki üç kişi bulunmaktadır. Ama aslında durumun böyle olmadığı bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)
Allah yapılan bütün gizli konuşmaları duymaktadır. Ancak bu durumu düşünmeyip gaflet ile değerlendiren kimseler, konuşmalarını sadece insanlardan gizleyebilmelerinin yeterli olduğunu sanırlar.
Kuran'da gizli konuşmalara eğilim gösteren insanlara dair pek çok örnek verilmiştir. Bu örneklerin hepsi ayette bildirilen gizli konuşmalarda hayır olmadığını bizlere göstermektedir:
Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini çok iyi biliriz. (İsra Suresi, 47)
Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır. Zulmedenler, gizlice fısıldaştılar: "Bu sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre büyüye mi geleceksiniz?" Dedi ki: "Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir." (Enbiya Suresi, 3-4)
'Gizli toplantıların fısıldaşmalarından' (kulis) men' edilip sonra men' edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygambere isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azab etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
İman edenlerle karşılaştıklarında "İman ettik" derler; kendi başlarına kaldıkları zaman ise, derler ki: "Allah'ın size açtık (açıkladık)larını, Rabbiniz Katında size karşı bir belge olsun diye mi onlarla konuşuyorsunuz? Hala akıllanmayacak mısınız?" (Peki) Onlar, Allah'ın gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı? (Bakara Suresi, 76-77)
Musa onlara dedi ki: "Size yazıklar olsun, Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azap ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir." Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler. Dediler ki: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler." (Taha Suresi, 61-63)
Kuran'da verilen tüm bu örnekler insanların gizli konuşmalarda hayır olmadığını anlayıp bundan sakınmaları içindir. Bu örneklerde de Kuran dışı ve samimiyetsiz bir üslubun hakim olduğu açıkça görülmektedir. İşte müminler bu ayetlerden gereken ibreti alan ve bundan dolayı da gizli konuşmalardan kaçınan kimselerdir. Her nerede ya da her kiminle olursa olsunlar Kuran'a uygun şekilde konuşur, beraberindekileri Allah'a ve Peygamberimiz (sav)'in yoluna uymaya, Kuran ahlakını yaşamaya çağırırlar. Bunun için ise gizli bir sohbet ortamı oluşturmalarına ihtiyaçları yoktur.
İman edenlerin tersine, samimiyetsiz insanlar için gizlilik, samimiyetsizliklerini saklamak için ihtiyaç duydukları bir durumdur. Eğer insan zaruri bir sebeple kendini böyle bir ortam içerisinde bulacak olsa bile konuşmadaki karanlık yönleri mutlaka görmeli, bunlara asla ayak uydurmamalı ve orada bulunan insanları da rahmani bir sohbet içerisine çekmeye çalışmalıdır.

Peygamberimiz (sav)'i savunup, ona destek olan
bir üslupla konuşmak

Allah elçilerini insanlara doğru yolu göstermeleri, onları Allah'ın azabına karşı uyarıp korkutmaları ve iman edenleri ahirette alacakları karşılıkla müjdelemeleri için göndermiştir. Elçiler hayatlarını Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla insanlara hak dini anlatmaya, onları güzel ahlaka davet etmeye ve onları ahirette en güzel karşılığı alabilecekleri bir iman seviyesine ulaştırmaya adamışlardır. Kuran'da elçilerin insanları karanlıklardan nurlara çıkardıkları, onların üzerlerindeki ağır yükleri kaldırıp hafiflettikleri ve onları kurtuluşa ulaştırdıkları belirtilmektedir:
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Kuran'ın bir başka ayetinde "Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir." (Tevbe Suresi, 128) sözleriyle ifade edildiği gibi elçiler müminlere karşı çok düşkün, çok şefkatli ve merhametlidirler. Samimi bir kalple iman edenler "Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler." (Al-i İmran Suresi, 164) ayetiyle ifade edildiği gibi, Allah'ın kendilerine doğruyu göstermek için elçilerini göndermiş olmasının ne kadar büyük bir lütuf ve rahmet olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle de tüm Müslümanlar samimiyetleriyle Peygamberimiz (sav)'in yoluna uyar, her an her yerde onu savunup desteklerler. Kuran'da müminlerin bu tavırları "Şüphesiz, Biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup-desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için." (Fetih Suresi, 8-9) ayetleriyle bildirilir.
Müminlerin Peygamberimiz (sav)'i savunup destekleyen üslupları onların Müslümanca konuşma ahlaklarının en belirgin özelliklerinden biridir. Allah bir ayetinde, "Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir." (Fetih Suresi, 10) sözleriyle Peygambere (sav) biat etmenin Allah'a biat etmek olduğunu açıklamaktadır. Dolayısıyla bir kimsenin Peygamberimiz (sav)'e olan sevgisi, bağlılığı ve itaati onun Allah'a imanından kaynaklanmaktadır. Peygamberimiz (sav) dönemindeki mümin kadınlar bu konudaki en güzel örneklerdendir. O dönemdeki mümin kadınlar, Allah’ın tesettür konusundaki emrini büyük bir şevk ve istekle karşılamış, Peygamber Efendimiz (sav)'e hemen itaat etmişlerdi. Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak şunlar rivayet edilir:
Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)'dan rivayet edilmiştir: “Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar”ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir.” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, sf. 5880)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder